Hz. MUHAMMED (s.a.s) DOGUMU, ÇOCUKLUGU VE GENÇLIGI
Insanligi hakka ve hakikata sevkedip dünya ve ahiret saadetlerini saglamak
üzere Allah Teâlâ tarafindan gönderilen peygamberlerin sonuncusu ve alemlerin rahmeti olan Peygamber Efendimiz, genellikle
kabul edildigine göre 2I Nisan (12 Rabiulevvel) 571 Pazartesi günü Mekke'de dogdu. Islâm tarihi kaynaklari, Hz. Peygamber'in
nesebi ta Hz. Adem'e kadar siralanan Secere tablolari ile belirlemislerdir. Bu kaynaklarda Hz. Peygamber'in yirminci göbekten
atasi olan Adnan'a kadar ittifak edilmis, ancak Adnan'dan sonra verilen isimlerde bazi farkliliklar ortaya çikmistir. Ama
O'nun Hz. Ibrahim'in oglu Hz. Ismail soyundan oldugunda süphe yoktur. Buna göre Adnan'a kadar Rasûlullah'in seceresi söylece
siralanir: Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib b. Hâsim b. Abdümenâf b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre b. Ka'b b. Lüeyy b. Gâlib
b. Fihr b. Mâlik b. En-Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. Ilyas b. Mudar b. Nizâr b. Me'add b. Adnan.
Hz. Peygamber'in
dogumundan iki ay kadar önce babasi Abdullah, ticarî bir seferden dönüsünde Yesrib (Medine)'de vefat etmisti. Annesi Amine,
Kureys Kabilesinin kollarindan Benû Zühre'nin reisi Vehb b. Abdümenaf'in kiz idi. O siralarda Mekke esrafi, çocuklarini çölde
bir süt anneye vererek emzirme âdetine sahip olduklari için Hz. Peygamber, kendi annesi Amine tarafindan ancak bir kaç kez
emzirilmis, süt anneye verilinceye kadar da amcasi Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe, O'na süt annelik yapmisti. Daha sonra Mekke'ye
komsu çöllerde yasayan Hevâzin kabilesinin kollarindan Benû Sa'd'a mensup Halîme bint Ebî Züeyb, uzun süre Hz. Peygamber'e
süt emzirmistir. Mekke esrafi tarafindan Mekke'nin agir ve sicak havasi çocuklarin gelisimine ve sagliklarina zararli görülüyor;
ayrica hac münasebetiyle her kesimden insanla temas halinde bulunan Mekke'de arap dili, yabanci tesirler altinda kalabildiginden,
fesahat ve belâgata önem veren Mekkeliler çocuklarinin dili ögrendikleri ilk yillarinin Arapçanin saf ve bozulmamis sekliyle
ve olanca fesahat ve belâgatiyla ari duru konusuldugu badiyelerde geçmesini gerekli görüyorlardi. Bu bakimdan Araplar arasinda
fasih Arapçalari ile ün yapmis Benû Sa'd kabilesi arasinda yaklasik ilk iki buçuk yilini geçiren Hz. Peygamber, ileride üstlenecegi
ilâhî risâlet görevi için hem bedenen, hem de ruhen burada hazirlanmis oluyordu. Hz. Peygamber'in kirk yasindan itibâren yürüttügü
Islâm'a davet vazifesi, kabul etmek gerekir ki, aslinda mesakkatli, yorucu, bir takim sikintilari olan mukaddes bir vazifedir.
Iste bu yorucu ve mesakkatli görevi lâyikiyla yerine getirebilmek için saglam ve sihhatli bir bünyeye sahip olmak gerekiyordu.
Hz. Peygamber, böylelikle çocuklugunun ilk yillarinda Mekke'nin bogucu sicak ve sitmali havasindan uzaklasmis, suyu ve havasi
güzel bâdiyede saglikli bir sekilde gelisme imkânini bulmus oluyordu. Diger taraftan güzel konusmanin kitleler üzerindeki
etkisi malumdur. Ileride muhtelif insan kitlelerine muhâtap olacak bir peygamberin süphesiz iyi bir dil bilgisine sahip olmasi
ve dili, davasinin ugrunda en iyi sekilde kullanmasi gerekiyordu. Iste bu yönlerden Hz. Peygamber henüz çocuklugundan itibâren
davet faâliyeti için hazirlaniyordu. Yalniz kendisi henüz o siralarda ileride peygamber olacagi konusunda hiç bir bilgiye
sahip olmadigindan, bu hazirlanma O'nun bizzat iradesi ile ve bilerek olmayip, Cenâb-i Hakk'in yönlendirmesi, kontrol ve murâkabe
altinda tutmasi seklinde cereyan ediyordu. Peygamber Efendimizin süt annesi Halime'nin yaninda iken vukû bulan "Gögsünün yarilmasi"
(Serhu's-Sadr veya Sakku's-Sadr) olayini da yine davete hazirlik olarak degerlendirmek gerekir. Bu olayda Hz. Peygamber'in
gögsü, görevli iki melek tarafindan yarilmis, kalbi çikarilarak Seytanin ve nefsin tasallut ve saptirmasindan arindirilmis
ve Zemzem'le yikanarak tekrar yerine konulmustur. Böylece Hz. Peygamber, rûhen davete hazirlanmis oluyordu.
Serhu's-sadr
olayindan sonra süt anne halime tarafindan Mekke'ye getirilerek öz annesi Amine ve dedesi Abdülmuttalib'e teslim edilen Hz.
Muhammed, alti yasina kadar annesi Amine'nin yaninda kaldi. Bu siralarda Amine, Hz. Peygamber'i de yanina alarak Medine'deki
akrabalarini ziyarete gitmisti. Bu vesile ile, alti yil kadar önce Medine'de ölen esinin kabrini de ziyaret etmis olacakti.
Bir ay süren bir misafirlikten sonra Mekke'ye dönerken henüz Medine'den pek fazla uzaklasmadan Ebvâ denilen köyde Âmine aniden
rahatsizlandi ve vefat etti; oraya da defnedildi. Artik hem yetim, hem de öksüz kalan çocugu bu yolculukta kendilerine refakat
eden dadi Ümmü Eymen Mekke'ye getirip dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti. Yasli dede, kalben büyük bir muhabbet besledigi
bu yavruyu sevgi ve rahmetle iki yil bagrina basti. Abdülmuttalib'in temsil ettigi Hâsimogullarinin Mekke'deki itibâri ile
Abdülmuttalib'in sahsî özellik, kabiliyet ve ahlâki faziletleri ve özellikle bir zamanlar yeri kaybolan kutsal Zemzem suyunu
olgunluk devrelerinden tekrar bulup çikarmis olmasi, onun Mekke'de kendisine son derece saygi duyulan, sözüne itibâr ve itâat
edilen bir reis hâline gelmesini saglamisti. Abdülmuttalib, Kâbe duvarina bitisik olarak sirf kendisine mahsus serilen minderde
ve Mekke idare meclisi hüviyetini tasiyan Dâru'n-Nedve'de Mekke halkinin çesitli problemlerini dinler ve çözüm yollari arardi.
Dedesi Abdülmuttalib'in yanindan hiç ayrilmayan küçük Muhammed, Dâru'n-Nedve'de yapilan idareye ve çesitli problemlere ait
müzâkerelerde de dedesinin yaninda bulunuyor ve daha o yaslarindan itibaren zulmün hâkim oldugu Mekke toplumunda ortaya çikan
problemleri, insanlarin dinî, idârî, iktisadî, ilmî, ictimâî yönlerden nasil bir batakligin içinde bulunduklarini yakindan
görüp idrâk ediyordu.
Hz. Peygamber sekiz yasina geldigi zaman Abdülmuttalib seksen iki yasina erismisti ve yasli bünye,
ugradigi hastaliklara tahammül edemeyerek bu dünyadan ayrildi. Abdülmuttalib vefatindan önce sevgili torununu ogullari arasinda,
Hz. Muhammed'in babasi Abdullah'la ana-baba bir kardes olan Ebû Talib'e teslim etmisti. Artik Hz. Muhammed sekiz yasindan
yirmibes yasina kadar amcasi Ebu Talib'in yaninda kalmistir.
Gelecekte peygamber olacagi hakkinda ne kendisinin ne
de çevresinin kesin bir bilgisi olmadigindan, tâbiîdir ki Hz. Peygamber'in bu devrelerdeki hayati hakkinda fazla bilgimiz
yoktur. Ancak sadece Hz. Peygamber'i degil, ayni zamanda diger Mekkelileri de ilgilendiren bazi olaylarda Hz. Peygamber'in
aldigi yer ve oynadigi rol, kaynaklarimizda tespit edilmistir. Bu devreye ait mevcut bilgiler arasinda süphesiz önemli olanlarindan
birisi, Hz. Peygamber'in Râhib Bahîrâ ile karsilasmasi meselesidir. Hz. Peygamber on iki yaslarinda iken amcasi Ebû Tâlib
ile birlikte Sam'a dogru yol alan ticarî bir kervana katilmis ve kafile Sam yakinlarinda Busrâ adli bir mevkide mola verdigi
zaman buradaki manastirda bulunan Bahirâ adli râhib, Islâm kaynaklarina göre Hz. Peygamber'deki özelliklere bakarak O'nun
ileride çikmasi beklenilen son peygamber olabilecegi kanâatine varmisti. Müstesrikler bu olayi kendi yanli bakis açilari ile
ele alarak Islâm'in dogusunda Hristiyan rûhiyâtinin etkileri oldugunu, Râhib Bahîrâ'nin dinî telkinlerinin tesirinde kalan
Hz. Muhammed'in bu dinî suuru gelistirerek ileride Islâm'i ortaya attigini iddia ederlerse de, Islâmiyet'in temelini olusturan
tevhid akidesi ile Hristiyanligin temeli olan teslis * inancinin aslâ bagdasamaz bir karakterde olusu, Islâm'in Hristiyanlik'da
mevcut teslis düsüncesini sirk olarak kabul etmesi, bu iddiânin ne derece asilsiz ve gülünç oldugunun en açik delillerindendir
(genis bilgi için bkz. Bahîrâ maddesi).
Hz. Peygamber, bu ilk seferin ardindan daha sonraki yillarda diger amcalari
ile birlikte Mekke. disina yapilan bazi ticari seferlere katilmis, muhtelif bölgelerde yasayan insanlarin farklilik arzeden
dinleri, örf ve âdetleri, hal ve vaziyetleri hakkinda bilgi sahibi olmustur. Peygamber Efendimizin daha sonralari Islâm'i
teblig ederken bu bilgilerinden istifade etmesi tabiî olduguna göre cereyan eden bu olaylari da O'nun peygamberlige ilmen
hazirlanmasi olarak degerlendirmek gerekir.
Cenâb-i Hakk'in kontrol ve murâkabesi, müstakbel peygamberi rûhen de davete
hazirliyor ve cahiliye döneminin her türlü sirk ve sapikligindan, kötülük ve ahlâksizligindan uzak tutuyordu. Mekkelilerin
dinî bir âyini ve bayrami olan Büvâne'ye çocukluk yillarinda amca ve halalarinin zorlamalari ile götürülen Hz. Muhammed, âdet
üzere diger akrabalarinin yaptigi sekilde burada hazir bulundurulan bir puta tapmak içiri siraya girdiginde, henüz kendisine
sira gelmeden ilâhi bir ikaz ile puta tapmaktan alikonulmus ve olayin hasyeti içerisinde Hz. Peygamber kisa bir bayginlik
geçirmisti. Bu olaydan sonra artik akrabalari O'na putlara tapmak için her hangi bir israrda bulunmadilar. Tabîidir ki Peygamber
Efendimiz çocukluk yillarindan itibâren hayati boyunca aslâ hiç bir puta tapmadigi gibi, onlar adina kurban kesmemis, putlar
adina kesilen hayvanlarin etini yememis, onlar adina yemin etmemis, hatta onlarin adini dahi agzina almaktan hoslanmadigini
belirtmisti.
Geçim sikintisi çeken amcasi Ebû Tâlib'e yardimci olmak için gençlik yillarinda Mekkelilere ücretle çobanlik
yapan Hz. Muhammed, çobanligi sirasinda Mekke'nin dagdagali, debdebeli, sirkin hâkim oldugu havasindan uzaklasarak tabiatla
karsi karsiya gelmis, bu anlarda muhakeme ve idrâk gücü geliserek herseyin yaraticisi olan Cenab-i Allah'in varligi ve birligini,
O'na esler kosmanin sapiklik oldugunu iyice kavramis, karsilastigi bir takim sikinti ve mesakkatler O'nu rûhen olgunlastirmisti.
Çobanlik yaptigi günlerden birisinde sürüsünü bir çoban arkadasina emanet ederek Mekke'de tertiplenen gece eglencelerini seyretmek
için kirdan sehire inen Hz. Peygamber, eglence yerine gelip oturur oturmaz Cenâb-i Hakk'in kendisine verdigi bir uyku ile,
içkilerin içildigi, oyunlarin oynandigi, ahlâksizliklarin yapildigi bu isret âlemini seyretmekten dahi alikonulmustu. Bir
baska sefer yine böyle bir eglenceyi seyretme arzusu ayni sekilde engellenmis; artik bir daha da Hz. Peygamber böyle bir seye
tesebbüs etmemis, istek de duymamisti.
Hz. Peygamber yirmi yaslarinda iken Mekkeliler ile Hevâzin kabilesi arasinda
Ficâr Harbi vukû buldu. Aslinda savasabilecek bir yasta ve güçte olmasina ragmen Hz. Peygamber bu harpte sadece savas alaninin
gerisine düsen oklari toplayip amcalarina vermekle yetinmisti. Böylece genellikle cephe gerisinde bulunmasina ragmen bu olayin
O'nda harp taktik ve teknikleri, sevk ve komuta gibi konularda tecrübeler olusturdugu bir gerçektir. Peygamberliginden sonra
dahi hatirladigi zaman bir üye olarak katilmaktan seref ve iftihar duydugunu açikça belirttigi Hilfü'l-Fudûl ise hemen bu
savastan sonra gerçeklesmisti. Bu vesile ile Hz. Peygamber, cemiyet meselelerini yakînen tanimis, câhiliye toplumunda güçlünün
güçsüzü nasil ezdigini, güç ve kuvvet karsisinda zâlimlerin nasil eriyip titredigini örnekleriyle görmüstü.
Yirmibes
yasinda bizzat kendisinin idare ettigi bir ticaret kervani Hz. Muhammed'i Hz. Hatice ile karsilastirdi ve aralarinda gerçeklesen
evlilik, Hz. Muhammed'in amcasi Ebû Tâlib'in yanindan ayrilip yeni bir aile yuvasi kurmasini sagladi. Hz. Peygamber'in bu
evlilik dolayisiyla Hz. Hatice'den alti çocugu olmustu. Bunlardan dördü kiz olup Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Külsüm ve Fâtima adlarini
almislardi. Bunlarin dördü de babalarinin peygamberligine erismisler ve O'na iman ederek hicret etmislerdir. Ogullari ise
Kasim ve Abdullah adini tasiyordu. Hz. Peygamber'in ilk oglunun adi Kasim oldugu için kendisine Ebû'l-Kâsim künyesi verilmisti.
Bazi kaynaklar bunlardan baska Hz. Peygamber'in Tayyib ve Tâhir adinda iki oglu daha oldugunu zikrederken, diger bazi kaynaklar
bu son iki ismin Abdullah'in lâkabi oldugunu belirtmislerdir. Hicretten sonra dogan oglu Ibrahim ise Misirli câriye Mâriye'dendir.
Hz. Peygamber'in bütün erkek çocuklari henüz küçük yaslarda vefat etmislerdi.
Hz. Hatice ile evliliginden sonra Peygamber
Efendimiz ailenin geçimini ticaret yoluyla saglamaya çalismis, bazan ortaklik yoluyla, bazan müstakil olarak ticaret yapmisti
Hz. Muhammed, bu ticarî muamelelerindeki dürüstlügü, dogru sözlülügü, ahde vefasi, âdil ve âlicenâb davranislari, herkes hakkinda
iyimser davranip elinden gelen iyilik ve yardimi yapmasi, yoksulun, muhtacin elinden tutmasi, yakinlarina ve akrabalarina
karsi gösterdigi ilgi, ahlâkî olgunluk ve rûhî üstünlükleri ile derhal temâyüz etmis, çevrede herkesin güvenip itibar ettigi,
sayip sevdigi bir kisi hâline gelmisti. Bu sebeple Mekkeliler kendisine "el-Emîn = güvenilir kisi" lâkabini vermislerdi.
Hz.
Peygamber'in otuz bes yasinda iken meydana gelen Kâbe tâmiri olayi ve bu olay sirasinda el-Haceru'l-Esved'in* yerine konmasi
meselesinde Mekke sülâleleri arasinda çikan ve kanli bir çatismaya dönüsme temâyülü gösteren anlasmazligi herkesi memnun edecek
bir tarzda ve âdil bir sekilde çözmesi, O'na duyulan güveni daha da artirmisti.
Allah'in mukaddes evi Kâbe'nin tâmiri
dolayisiyla herkeste oldugu gibi Hz. Muhammed'de de dinî duygu ve heyecanlar süphesiz harekete geçmistir. Bu sebeple O'nda
bu yillardan itibâren Rabbi ile basbasa kalma arzusu görülür. Bir de buna toplum içinde islenen haksizliklar, zulümler, ahlâksizliklar,
din adina icrâ edilen sapiklik ve akilsizliklar eklenecek olursa, Hz. Muhammed'in böylesi câhilî bir toplumdan kendisini uzak
tutarak yalniz, sessiz, sakin bir magarada bir süre uzlete çekilmesinin sebebi daha iyi anlasilir. Artik otuz bes yasindan
itibâren Hz. Peygamber, belli zamanlarda özellikle Ramazan ayi boyunca Mekke'den uzaklasiyor, uzlet yeri olarak kendisine
seçtigi Hira dagindaki bir magarada günlerini geçirerek Cenâb-i Hakk'in varligini, birligini, kudret ve azametini, O'nun gücü
karsisinda mahlûkatin aczini ve zayifligini düsünüyor; Rab Teâlâ'nin insanlara sonsuz nimetlerini, buna karsi insanoglunun
nankörlügünü, onlarin dinî, siyasî, ictimâi, ahlâkî vs. yönlerden içerisine düstükleri kötü durumlari hatirliyordu. Iste bu
uzlet,günleri Hz. Peygamber'i rûhi, ahlâkî bir olgunluga götürdügü gibi tefekkür ve istidlâl melekelerini gelistirerek aklî
ve ilmî bir yücelige de eristirdi.
Kaynak: Islam tarihi
|
Bismillahirrahmanirrahim
"Ey insanlar!
"Sözümü
iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha bulusamiyacagim.
"Insanlar!
"Bugünleriniz
nasil mukaddes bir gün ise, bu aylariniz nasil mukaddes bir ay ise, bu sehriniz (Mekke) nasil
mübarek bir sehir ise,
canlariniz, malariniz, namuslariniz da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden
korunmustur.
"Ashabim!
"Muhakkak Rabbinize kavusacaksiniz. O'da sizi yapti olayi sorguya cekecektir. Sakin benden sonra eski
sapikliklara
dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayiniz! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar,
bulunmayanlara ulastirsin. Olabilir
ki, burada bulunan kimse bunlari daha iyi anlayan birisine ulastirmis
olur.
"Ashabim!
"Kimin
yaninda bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her cesidi kalidirilmistir. Allah
böyle hükmetmistir.
Ilk kaldirdigim faiz de Abdulmutallib'in oglu (amcam) Abbas'in faizidir. Lakin
anaparaniz size aittir. Ne zulmediniz,
ne de zulme ugrayiniz.
"Ashabim!"
"Dikkat
ediniz, Cahiliyeden kalma bütün adetler kaldirilmistir, ayagimin altindadir. Cahiliye devrinde güdülen
kan davalari
da tamamen kaldirilmistir. Kaldirdigim ilk kan davasi Abdulmuttalib'in torunu Iyas bin
Rabia'nin kan davasidir.
"Ey insanlar!
"Muhakkak ki, seytean su topraginizda kendisine tapinmaktan tamamen ümidini kesmistir.
Fakat siz bunun
disinda ufak tefek islerinizde ona uyarsaniz, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak icin bunlardan
da
sakininiz.
"Ey insanlar!
"Kadinlarin
haklarini gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanizi tavsiye ederim. Siz kadinlari, Allah'in
emaneti olarak aldiniz
ve onlarin namusunu kendinize Allah'in emriyle helal kildiniz. Sizin kadinlar üzerinde
hakkiniz, kadinlarin da sizin
üzerinizde hakki vardir. Sizin kadinlar üzerindeki hakkinizi; yataginizi hic
kimseye cignetmemeleri, hoslanmadiginiz
kimseleri izininiz olmadikca evlerinize almamalaridir. Eger
gelmesine müsade etmediginiz bir kimseyi evinize alirlarsa,
Allah, size onlarin yataklarinda yalniz
burakmaniza ve daha olmasza hafifce dövüp sakindirmaniza izin vermistir. Kadinlarin
da sizin üzerinizdeki
haklari, mesru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.
"Ey
mü'minler!
"Size iki emanet burakiyorum, onlara sarilip uydukca yolunuzu hic sasirmazsiniz. O emanetler, Allah'in
kitabi
Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin (a.s.m) sünnetidir.
"Mü'minler!
"Sözümü
iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanin kardesidir ve böylece bütün Müslümanlar
kardestirler. Bir Müslümana
kardesinin kani da, mali da helal olmaz. Fakat malini gönül hoslugu ile vermisse
o baskadir.
"Ey
insanlar!
"Cenab-i Hakk her hak sahibine hakkini vermistir. Her insanin mirastan hissesini ayirmistir. Mirasciya
vasiyet
etmeye lüzüm yoktur. Cocuk kimin döseginde dogmussa ona aittir. Zina eden kimse icin mahrumiyet vardir.
Babasindan
baskasina ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden baskasina intisaba kalkan köle, Allah'in,
meleklerinin ve bütün
insanlarin lanetine ugrasin. Cenab-i Hakk, bu gibi insanlarin ne tevbelerini, ne de adalet
ve sehadetlerini kabul eder.
"Ey insanlar!
"Rabbiniz birdir. Babaniz da birdir. Hepiniz Adem'in cocuklarisiniz, Adem ise topraktandir.
Arabin Arap
olmayana, Arap olmayanin da Araap üzerine üstünlügü olmadigi gibi; kirmizi tenlinin siyah üzerine, siyahin
da kirmizi tenli üzerinde bir üstünlügü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadir. Allah yaninda
en
kiymetli olaniniz O'ndan en cok korkaninizdir.
"Azasi kesik siyahî bir köle basinza amir olarak tayin edilse, sizi
Allah'in kitabi ile idare ederse, onu
dinleyiniz ve itaat ediniz.
"Suclu kendi sucundan baskasi ile suclanamaz.
Baba, oglunun sucu üzerine, oglu da babasinin sucu üzerine
suclanamaz.
"Dikkat ediniz! Su dört seyi kesinlikle
yapmaycaksiniz:
Allah'a hicbir seyi ortak kosmayacaksiniz. Allah'in haram ve dokunulmaz kildigi cani, haksiz yere
öldürmeyeceksiniz. Zina etmeyeceksiniz. Hirsizlik yapmayacaksiniiz.. "Insanlar Lâilahe illallah deyinceye kadar
onlarla cihad etmek üzere emrolundum. Onlar bunu söyledikleri
zaman kanlarini ve mallarini korumus olurlar. Hesaplari
ise Allah'a aittir.
"Insanlar!
"Yarin beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?"
Saheb-i
Kiram birden söyle dediler:
"Allah'in elciligini ifa ettiniz, vazifenizi hakkiyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve
nasihatta bulundunuz, diye
sehadet ederiz!"
Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) sehadet parmagini
kaldirdi, sonra da cemaatin üzerine cevirip indirdi ve söyle buyurdu:
"Sahid ol, yâ Rab! Sahid
ol, yâ Rab! Sahid ol, yâ Rab!"
|
EFENDİMİZ
HZ. MUHAMMET MUSTAFA (S.A.S)'DEN ÖZLÜ SÖZLER: -İki nimet vardır ki, insanların çoğu onların kıymetini
hakkıyla takdir edemezler: onlardan biri sıhhat, diğeri de boş vakittir. -Savaş eri, Allah için
nefsi ile savaşandır -Tek olan şey bölünme kabul etmez, gerçek tekdir. -Hiç unutulmayacak yüz anne yüzüdür... -Hakkın
dile getirilmesi gereken yerde susan, dilsiz şeytandır. -Kıyamet günü herkes birbirinden davacı olur.
Hatta tokuşan koyunlar bile.. -Alim, ilim ve amelin yeri cennettedir. Alim, ilmi ile amel etmezse, ilim ve amel cennette,
alim ise cehennemde olur. -Resüller, Nebiler miras bırakmaz, onların bıraktıkları, sadakadır. -Emanet
ehline verilmez ise, o topluluğun kıyameti yakındır.. -Verdiğini hatırlayan ve kalbinden
geçiren kimse seha (cömertlik) ismine layık değildir.. -Bilginin mürekkebi, şehidin kanından kutsaldır. -Bize
karşı silah taşıyan, bizden değildir. -Nimete kavuşanların inkarından sakının. -Hased
ettiğinizde haddi aşmayın, zanda bulunduğunuzda onu tahkik etmeyin, bir şeyde size bir uğursuzluk
hissi gelirse onu geçin ve ancak Allaha tevekkül edin. -Dört şey Arş’ı Azam altındaki hazineden
imal edildi. Fatiha, Ayetel Kürsi, Amenerresulihi, İnna A’teyna. -İyilik yap ehli olana da, olmayana
da, ehline isabet ederse yerini bulur. Etmez ise ehli sen olursun. -Melaike, çanı olan kervana arkadaş olmaz. -Bir
iş yapmak istediğin zaman, Allah sana o işten kurtuluş gösterinceye kadar, yahut Allah sana bir çıkış
kapısı yaratıncaya kadar yavaş ve temkinli davran. -Muhakkak ki kulak, göz, kalp, bunların her
biri kendi fiillerinden mesul tutulacaklardır. -Sen insana ulaşmadan Allah’ı nasıl arıyorsun?. -İnsanların
en hayırlıları, ahmak, aptal diye adlandırılmadıkça kıyamet kopmaz. -Kur’an
yedi nuans üzere indirildi. Onun hiçbir harfi yoktur ki, bir hiç zahir, bir de batın mana taşınmasın.
Ebu Talip’in oğlu Ali’de bu zahir ve batına ait ilim mevcuttur. -Bir kavme su dağıtan,onların
hepsinden sonra su içeçektir. -Sakın kendisine verdiğin kıymeti sana vermeyenle arkadaş olma. -İnsanlara
akılları ölçüsünde söz söyleyiniz. -Bir kimseyi inada kapılmış çekişmeci ve kendi görüşünü
beğenmiş görürsen bil ki, onun ziyanı tamamdır. -Dünyada bir garip veya bir yolcuymuş gibi yaşa -İman
iki eşit parçadır. Yarısı sabır,yarısı şükürdür.
|