Arapça'da "isim" kelimesinin çoğulu olan "esmâ" ile "güzel, en güzel" anlamındaki
"hüsnâ" kelimelerinden oluşan "esmâu'l hüsnâ" terimi Kur'ân-ı Kerîm ve Hadis-i Şerîflerde Allah-ü Teala'ya
nisbet edilen isimleri ifade eder. Sadece Kur'ân'da geçen ilâhî isimler 100'den fazladır; muhtelif hadislerde Allah'a
nisbet edilen başka isimler de mevcuttur. Esmâu'l hüsnâ terkibinin, geniş anlamıyla bunların hepsini kapsamakla
birlikte terim olarak daha çok doksan dokuz ismi içerdiği kabul edilir.
Esmâu'l hüsnâ terkibinde yer alan hüsnâ kelimesi
"güzel" mânasında sıfat veya "en güzel" anlamında ism-i tafdîl (üstünlük sıfatı) sayılmıştır.
Her iki halde de buradaki güzellik bir gerçeği vurgulamakta olup Allah'ın güzel olmayan bir isminden söz edilemeyeceği
için mefhûm-i muhalifini hatıra getirmez. İlâhî isimlerin güzellikle nitelendirilmesinin sebeplerini Ebû Bekir İbnü'l-Arabî
şöyle sıralamaktadır:
1. Esmâu'l hüsnâ Allah hakkında yücelik ve aşkınlık ifade eder
ve kullarda saygı hissi uyandırır.
2. Zikir ve duada kullanılmaları halinde kabule vesile olur
ve sevap kazandırır.
3. Kalplere huzur ve sükûn verir, lütuf ve rahmet ümidi telkin eder.
4. Bilginin değeri
bilinenin değerine bağlı bulunduğu ve bilinenlerin en şereflisi de Allah olduğu için esmâ'ul
hüsnâ bilgisine sahip olanlara bu bilgi meziyet ve şeref kazandırır.
5. Esmâu'l hüsnâ Allah için vacip (olması
gereken), caiz (olması uygun) ve mümteni' (olması imkansız) olan sıfatları içermesi sebebiyle O'nun
hakkında yeterli ve doğru bilgi edinmemize imkân verir.
İnsanların büyük çoğunluğu kâinatın
bir yaratıcı ve yöneticisinin bulunduğunu kabul etmekle birlikte madde özelliği taşımadığından
O'nu duyularıyla idrak etmeleri mümkün değildir. Şu halde yaratıcı ancak kâinat ve insanla olan ilişkisi
bakımından tanınabilir. Bundan dolayı esmâ'ul hüsnâ bilgisi, Allah-âlem ilişkisine ışık
tutması ve sonuçta Allah'ı tanıtması açısından önem taşımaktadır.
Şunu
da belirtmek gerekir ki evrenin bir parçasını oluşturan insan, aklî istidlalleri yanında gönül hayatı
bakımından da yaratıcı ile münasebet kurmak ihtiyacındadır. Bu münasebetin sağlanmasında
esmâ'ul hüsnânın vazgeçilmez bir rolü vardır. İsimlerin kelimeler ve seslerle ifade edilmesi ve bu seslerin
kulaklarda yankılanması söz konusu iletişimi geliştiren ve güçlendiren sebeplerdir. Kur'ân-ı Kerîm'de
dua ve zikrin ısrarla tavsiye edilmesinin bir sebebi de bu olmalıdır. Hz. Peygamber'den rivayet edilen duâ
metinlerinde esmâ'ul hüsnânın çokça yer alması dikkat çekicidir.
İbnü'l-Arabî'nin de belirttiği gibi
her dindar insanın manevî yöneliş ve ibadetlerinin yüce yaratıcının bizzat kendisine olduğu
şüphesizdir. O'nunla iletişim kurmak ve söyleşmek dindar için vazgeçilmez bir ihtiyaç, paha biçilmez bir haz
olup bu iletişime zihinle kalbin yanında bunlarla etkileşim halinde bulunan dilin ve kulağın da katılması
lâzımdır. Dil O'nun isimlerini zikreder, kulak da bu zikri algılar.
En önemli konusunu Allah bilgisinin
oluşturduğu ilâhî dinler içinde İslâmiyet Allah'ın isim ve sıfatlarına ayrı bir önem vermiş,
tevhid inancının açık bir şekilde anlaşılabilmesi için yaratanla yaratılmışların
niteliklerinin açıklığa kavuşturulmasını fevkalâde gerekli görmüştür. Allah'ın zâtının
bilinmesi isimleri ve sıfatlarıyla mümkün olacağından Kur'ân-ı Kerim'de Allah'ın güzel isimlerinin
bulunduğu, O'na bu isimlerle dua, niyaz ve ibadette bulunulması gerektiği, bu konuda doğru yoldan ayrılanlara
itibar edilmemesi lâzım geldiği (A'râf 7/180), ayrıca esmâ'ul hüsnânın hangisiyle olursa olsun dua edilebileceği
(İsrâ 17/ 110) belirtilmiş ve son inen sûrelerden birinde de on altı kadar isim bir arada zikredilmiştir
(Haşr 59/22-24).
Esmâu'l hüsnâ ve sayısı konusunda ilk akla gelen şeylerden biri de, sayıyı
doksan dokuz olarak belirleyen ve esmâu'l hüsnâyı ard arda sayan meşhur hadistir. Sahabi Ebû Hüreyre'ye (r.a.) ulaşan
rivayetlerin muhtevası iki kısma ayrılır: Bütün rivayetlerin kaydettiği birinci kısmın
meali şöyledir: "Allah'ın doksan dokuz -yüzden bir eksik- ismi vardır. Kim bunları sayarsa (ihsâ) Cennet'e
girer". Hadisin bu kısmını içeren bazı rivayetlerin sonunda, "O tektir, tek olanı sever." şeklinde
bir ilâve de mevcuttur. Hadis metnindeki "kim onu sayarsa (men ahsâhâ)" lafzı bazı rivayetlerde "kim onu ezberlerse
(men hafizahâ)" ibaresiyle nakledilmiştir. Hadiste Cennet'e girmeye vesile olarak gösterilen "ihsâ" kelimesinin buradaki
anlamı üzerinde Buhârî'den itibaren önemle durulmuş ve kelimenin "saymak, ezberlemek, anlamak" şeklindeki sözlük
anlamının ötesinde bir mâna taşıdığı görüşü ağırlık kazanmıştır.
Öyle anlaşılıyor ki bu kelime "İslâm'ın ulûhiyyet inancını naslara başvurmak suretiyle
tesbit edip anlamak, benimsemek ve bu inanca uygun bir ruhî yetkinlik kaydetmek" anlamını içermektedir.
Konuya
bir de şu yönden bakabiliriz:
Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "...Allah'ı anmak
elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir." (Ankebut 29/45) "Bunlar, iman edenler
ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur." (Ra'd
13/28)
Peygamber Efendimiz de ashabını ve ümmetini kalplerinin her zaman Allah'ı hatırlama ile nurlanması
yönünde eğitmiş ve tavsiyelerde bulunmuştur. O bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "...Dikkat edin!
İnsan bedeninde öyle bir et parçası vardır ki o iyi olursa bütün beden iyi olur; o kötü olursa bütün beden
bozulur: O et parçası kalptir."
Bunlar ışığında düşünecek olursak kalp iyi ve kötü düşünce
ve davranışların yönledirildiği bir kaynaktır. Eğer inanmış kişinin kalbinde
Allah'ı hatırlama yönünde bir gevşeklik olursa burada kötü düşünce ve fikirler daha kolay oluşacaktır.
Fakat bu kalpte Allah'ı hatırlama kuvvetli ise bu takdirde kötü düşünce ve fikirler dağılacak bu
durum da güzel davranışlara sebep olacaktır.
Yukarıdaki ayete (Ankebut 29/45) tekrar bakacak olursak
Allah'ı hatırlama ve bunun sebep olduğu davranışlar arasıdaki ilişkiyi sezebiliriz: Allah
kendisini anmaktan bahsettikten sonra "Allah YAPTIKLARINIZI bilir." buyurmaktadır.
Öyle ise esmâu'l hüsnâyı saymak
veya ezberlemek bize Allah'ı hatırlatacak, Allah'ı hatırlamak kalbimizi aydınlatacak ve güzelleştirecek,
bu güzel kalp güzel davranışlara sebep olacak ve bu güzel davranışlar da Allah'ın izniyle insanın
Cennet'e girmesine sebep olacaktır.
Allah'ı birden fazla isimle anmak veya bazı sıfatlarla nitelendirmek
acaba İslâm'ın çok önem verdiği tevhid ilkesini zedeler mi? "Zât-ı ilâhiyyeye (Allah'ın zâtına)
nisbet edilen mâna" şeklinde tarif edilebilen isim veya sıfatlar zihnin dışında müstakil bir varlığa
sahip bulunmadıkları için böyle bir endişeye mahal görülmemiştir. Mâtürîdî'nin de belirttiği gibi
insanlar ancak duyularıyla idrak ettikleri konularda bilgi sahibi olabilirler. Bu sebeple duyular ötesi olan Allah kendisini
duyular âleminin kavramlarıyla tanıtmıştır. Ancak Allah ile diğer şeyler arasında
benzerlik kurulamayacağını bildiren âyet (Şûrâ 42/11), Allah hakkında akıl ve hayale gelebilecek
her türlü yaratılmışlık özelliğini bertaraf eder. Aslında yaratılmışlar arasındaki
benzetmeler sadece bir isimlendirmeden kaynaklanmaz. İki şey arasındaki benzerlik genellikle duyular yoluyla
tesbit edildikten sonra ortak bir kelime ile adlandırılır. Halbuki Allah hakkında böyle bir tesbitten
söz etmek mümkün değildir.
Allah'ın isim veya sıfatları O'nun zâtına nisbet edilen mâna ve kavramlardan
ibarettir. Bu kavramlar şekil itibariyle isim, fiil veya zarf olabileceği gibi tamlama veya başka yollarla
oluşmuş bir terkip halinde de bulunabilir. Kur'ân-ı Kerîm'in edebî üslûbu gereği aynı kökten gelen
veya ayrı köklerden olmakla birlikte eş anlamlar taşıyan isimler de az değildir. İslâm'a mahsus
ulûhiyyet inancında ilim, kudret ve yaratıcılık büyük bir yer tutar ve Kur'ân âyetlerinin temel örgüsünü
oluşturur. Bundan dolayı çeşitli kalıplarla Allah'a nisbet edilen fiillerden birçok isim ve sıfat
türetmek mümkündür. Konuyla ilgili çalışmalarda Kur'ân-ı Kerîm'den değişik sayılarda esmâ'ul
hüsnâ tesbit edilmiştir. Esmâu'l hüsnâ ile ilgili âyetlerden ilham alan birçok âlim eski dönemlerden itibaren Kur'ân'da
bulunan isimleri doksan dokuz sayısına bağlı kalmadan araştırıp listeler düzenlemeyi denemişlerdir.
Esmâu'l
hüsnânın yüzlerle ifade edilecek kadar çok oluşu İslâm ilâhiyatı alanında zengin bir malzeme oluşturmuş,
ulûhiyet inancının açıklık kazanmasına, kulun dua, niyaz ve zikirlerle Allah'a yaklaşmasına
yardımcı olmuştur.
Esmâu'l hüsnânın İslâm inancında sahib olduğu bu önemden dolayı
İslâm alimleri tarafından (Allah hepsinden razı olsun) esmâu'l hüsnâ ile ilgili yüzlerce eser yazılmış
ve - internet ortamı da dahil olmak üzere ;-) - hala da yazılmaktadır. Önde gelen İslâm alimlerinden birçoğu
kitap serilerine -belki de manevi bir bereket umuduyla- esmâu'l hüsnâ ile ilgili bir kitap eklemişlerdir. Sadece esmâu'l
hüsnâ ile ilgili eserleri inceleyen kitaplar bile mevcuttur.
Ve Müslüman bir hattatın eserleri arasında mutlaka
bir esmâu'l hüsnâ kolleksiyonu vardır. Birçok müslüman hoca ve anne-baba yukarıda geçen ayet ve hadislerin manevi
yönlendirmesi sonucunda öğrencilerine ve çocuklarına çeşitli hediyeler vaad ederek esmâu'l hüsnâyı ezberlemelerini
isterler. Yine ellerinden öpülesi birçok iyi müslüman da manevi yükselişleri ve Peygamber Efendimizin müjdelediği
Cennet'e girmeyi ümid ederek hergün özellikle sabah namazından sonra esmâu'l hüsnâyı okurlar.
Hattatlar tarafından
yazılan esmâu'l hüsnâ tablolarında genellikle şöyle bir plan uygulanır: En üste bir Bismillâhirrahmânirrahîm
yazılır. Altına esmâu'l hüsnâ ile ilgili ayet ve hadis yazılır. Daha sonra meşhur olan hadiste
sayıldığı sıra ile 99 isim yazılır. Her ismin soluna "Celle Celâluh" (Şânı Yüce)
şeklinde okunan bir saygı ifadesi yazılır; okunurken de her ismin ardından veya bazen belli aralıklarla
Celle Celâluh denilir.